Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Madame Bovary
Fransız ve dünya edebiyatının en ünlü romancılarından biri olan Gustave Flaubert'in gene dünyanın en meşhur romanları arasına giren, Andre Gide'e göre Fransız edebiyatının en başarılı on romanından biri olan Madame Bovary adlı eseri de oldukça canlı, hareketli, ayrıntılı ve aydınlatıcı tasvirlerle doludur.
Adının Charles Bovary olduğunu sonradan öğrendiğimiz, ilkin Yeni adıyla bir etüd odasında tanıdığımız ve romanın en önde gelen kahramanlarından biri olan kişiyi yazar bize şöyle tanıtıyor (Kahraman, hayatının okul devresinde ele alınır, okulda dershanede tanıtılır):
"Yeni, köşede, kapının ardında kalmıştı, ancak görülebiliyordu, on beş yaşlarında bir köy çocuğuydu, boyu hepimizin boyundan uzundu. Alnındaki saçlar, bir köy ilâhicisinin saçları gibi dümdüz kesilmişti, akıllı uslu, pek sıkılgan bir hali vardı. Omuzlan geniş değildi ya dört etekli, kara düğmeli, yeşil çuhadan elbisesi koltuk altlarını gene de rahatsız ediyor olmabydı, işlemeli kol ağızlarının arasından, çıplak durmaya ahşmış, kırmızı bilekleri görünüyordu.
Askıların pek fazla çektiği sarımsı bir pantolondan, mavi çorapk bacakları çıkıyordu. İyi boyanmamış, çivili, sağlam kunduralar giymişti. Derse kalkıp anlatmaya başladık. Vaiz dinler gibi dikkatle, can kulağıyla dinledi, dinlerken ayak ayak üstüne atmaya, sıraya dirseğini dayamaya bile cesaret edemiyordu...".
Derhal anlaşddığı gibi bu tasvir bize, eser kahramanının sosyal ve psikolojik durumu hakkında aydınlatıcı bilgiler vermekte, onun yoksul bir çevreye, bir köye mensup olduğunu, çok ürkek ve çekingen bir mizaca sahip bulunduğunu öğretmektedir. Bu durum da tasvirin önemi, gerekliliği, okuyucu psikolojisi üzerinde yarattığı olumlu etki ve katkı konusunda bize yeterli bir
bilgi veriyor.
Aşağıdaki parçada, çok ders çabşmaktan sıkıkp bunalan Charles'm, pansiyon odası penceresinden çevreyi seyredişini, onun gözüyle çizilen bir tabiat ve çevre tablosunu, sıkıntıdan kurtulmak isteyen bir insanm tabiat özlemini buluyoruz:
"Güzel yaz akşamları, ıbk sokakların boş olduğu, hizmetçi kızların kapı eşiklerinde top oynadığı saatte, penceresini açıp dirseklerini dayıyordu. Bu Rouen mahallesine küçük, iğrenç bir Venedik hali veren ırmak, aşağıda, alt yanında, köprüler, parmaklıklar arasından sarı, mor ya da mavi akıyordu. Kıyıya çömelmiş ırgatlar, suda kollarını yıkıyorlardı. Çatı katlarının üzerinden çıkan sırıklarda pamuk çileleri kuruyordu. Karşıda, çatdarın üzerinde, kırmızı bir güneş batıyor, büyük, duru bir gökyüzü uzanıyordu. Kimbilir ne kadar güzeldi oralar! Kayın ağaçlarının altı ne serindi! Kırların kendisine kadar
gelemeyen güzel kokularını içine çekmek için burun deliklerini ayırıyordu. Zayıfladı, boyu uzadı, yüzünde hüzünlü bir anlam belirdi, bu anlam oldukça ilginç bir hale soktu onu".
Büyük ve titiz yazar Flaubert, bazı romanlarda az da olsa görülen tahlil tasvir kompozisyonunu sık sık uygular ve bunun bol, en kusursuz örneklerini verir. Aşağıda, Charles'ı tahlil ederken onun duyguları ve gözüyle, ayrılmayı düşündüğü, çirkince dul karısının çok canb, başardı bir tasvirini görüyoruz:
"...Hem sonra dul kadın zayıftı; uzun uzun dişleri vardı, her mevsimde ucu kürek kemiklerinin arasına inen, küçük, kara bir şal taşırdı; kuru bedeni çok kısa elbiseler içinde kınlanmış gibi sarılıydı, geniş ayakkabılarının boz çoraplar üzerinde birbirini kesen bağları, topukları görünürdü". Burada yapılan tasvir, ayrılma öncesi psikolojisini ne güzel veriyor değil
mi?
Şu parçada, Dr. Charles Bovary'nin muayene odasının çok canlı, ayrıntılı ve fazla uzun olmayan bir tasvirini buluyoruz:
"Koridorun öbür yanındaki oda Charles'm muayene odasıydı, içinde bir masa, üç iskemle, bir koltuk vardı, aşağı yukarı altı ayak genişliğinde bir odaydı. Çam ağacından yapılmış bir kitaplığın alt katını, hemen hemen tek başlarına, Tıp Bilimleri Sözlüğü'nün cütleri süslüyordu, sayfaları kesilmemişti ama biribiri ardından gelen satışlarda kapakları pek yıpranmıştı. Muayene odasından hastaların öksürüşü, dertlerini anlatışları geldiği gibi, salça kokuları da muayene sırasında duvarlardan geçiyordu".
Bir gün Emma ve kocası Charles, Restorasyon devrinde bakanlık da yapan bir markinin, Andervilles markisinin evine davet edilir. Orada ziyafet, daha başkaları, sosyete mensubu davetliler ve eğlence de vardır. Marki ve markizin yanında yemek odasma, kendisi için çok yeni ve bambaşka bir yere giren Emma sağa sola bakınır ve yazar bu arada, kahramanının
gözüyle şu tasviri yapar:
"Emma içeri girince sıcacık bir havayla çevrildiğini hissetti, çiçeklerin, iyi çamaşırların, etlerin, mantarların kokusunun karışımı olan bir sıcacık havayla. Kollu şamdanlardaki mumların alevleri gümüş çanlara doğru uzanıyordu; küçük küçük yüzeylere bölünmüş, donuk bir buğuyla kaplı kristaller, soluk ışık çizgileri yolluyorlardı birbirlerine; çiçek demetleri, masanın uzunluğunca bir çizgi halindeydi, geniş kenarlı tabaklarda, piskopos başkğı şekline sokulmuş peçeteler vardı, her peçetenin kıvrımı arasında da yumurta biçimi bir ufak ekmek duruyordu. İstakozların kırmızı ayaklan, tabakları aşıyordu;
sepetlerde kocaman meyveleri yosunlar üzerine, üst üste dizmişlerdi; bıldırcınların tüyleri üzerindeydi, buğular çıkıyordu; ipek çorapb, kısa poturlu, ak kıravatlı, dantel göğüslüklü baş uşak yargıçlar gibi ciddiydi, kenarları tırtdh tabaklan davetlilerin omuzlan arasmdan geçiriyor, sizin için seçilen parçayı kaşığıyla bir vuruşta hoplatıveriyordu. Bakır çubuklu, büyük porselen sobanın üzerinde, elbise kıvrımları çenesine kadar yükselen bir kadın heykeli kalabalık salona kımddamadan bakıyordu".
Daha sonra Emma dans salonuna iner, oradaki kadmlara bakar:
"Oturan kadınların sırasında, resimli yelpazeler sallanıyor, demetler yüzlerdeki gülüşü yarı yarıya saklıyor, ak eldivenleri tırnakların biçimini belli eden, bileğin etini sıkan, aralık ellerde, altın tapalı şişeler dönüyordu. Dantelâların süsleri, elmas broşlar, madalyonlu bilezikler, korsajlarda titreşiyor, göğüslerde ışıldıyor, çıplak kollar üzerinde hışırdıyorlardı. Alınların üzerine iyice yapışmış, enselerde bükülmüş saçların üzerinde, çelenk, salkım, ya da dallar halinde, sevda çiçekleri, yaseminler, nar çiçekleri, başaklar, peygamber çiçekleri vardı".
Dans sırasında da Emma daha çok çevresi ile ilgilidir ve biraz da gıpta ile başkalarını seyreder:
"Emma'nın üç adım ötesinde, mavi elbiseli bir kavalye, inci gerdanlıkk, solgun benizli bir kadınla, İtalya'dan konuşuyordu. Saint-Pierre'in sütunlarını, Trivoli'yi, Vezüv'ü, Castellamare'yi, Sassine'leri, Cenova'nın güllerini, ay ışığında Colisee'nin görünüşünü övüyordu. Emma bir kulağıyla da anlamadığı kelimelerle dolu bir konuşma dinliyordu".
Bazı manzaralar, insanı içinde bulunduğu yer ve zamandan abp geçmişe veya başka âlemlere götürür. İşte aşağıdaki parçada, bunun en mükemmel örneklerinden birini buluyoruz:
"Balonun havası ağırdı; lâmbalar donuklaşıyordu. Bilârdo salonuna doğru akıyorlardı. Bir uşak bir iskemlenin üzerine çıktı, iki cam kırdı. Cam parçalarmın gürültüsü üzerine, Mme Bovary başını çevirdi, bahçeden içeriye bakan parmaklıklara dayanmış köylü yüzleri gördü. O zaman Bertaux hâtıraları geldi akkna. Çiftliği, çamurlu su birikintisini, köylü ceketiyle elma
ağaçlarının altında duran babasını yeniden gördü, kendisini de gördü, eskisi gibi, parmağıyla süt çanaklarının kaymağını abyordu. Ama şu dakikanm yabancı şimşekleri, o zamana kadar öylesine açık olan geçmiş hayatını siliyordu, nerdeyse o hayatı yaşadığından şüphe edecekti. Emma buradaydı; sonra balonun çevresinde, yalnız gölge vardı, geriye kalan her şeyin üzerine
yayılmıştı. Sol elinde tuttuğu kor kırmızısı bir deniz kabuğunun içinde mareskenli dondurma yiyordu o sırada, kaşığı dişlerinin arasında, gözlerini yarı yarıya yumuyordu".
Şüphesiz ki bir insandan, bilmediği bir şeyi yapması istenirse ve o insan buna biraz da zorlanırsa ruhî bir daralma, rahatsızlık, huzursuzluk duyar. İşte vals bilmeyen Emma'nın biraz da zorla kalktığı dans sırasında gözleri döner, yazar da böylece dış tasvirle birlikte onun ruh halini verir: "Ağır ağır başladdar, sonra hızlanddar. Dönüyorlardı; her şey dönüyordu
çevrelerinde, lâmbalar, mobilyalar, tavan kaplamaları, döşeme, bir mihver üzerinde kurs gibi dönüyordu".
Hayalci olan ve evlilikten umduğu mutluluğu bir türlü bulamayan Emma hastalık nöbetleri geçirmeye başlar. Kocası onu, iyileşir umuduyla başka bir yere götürmeye karar verir. Yol hazırlığına koyulan Emma'ya, evliliğin en tatlı ve unutulmaz andan bile saçma gelir. Her şey batar, dokunur ona. Şu parçada, o sahnenin canlı bir tablo halinde anlatılışı yer ahyor:
"Emma yolculuğa hazırlanıyor, bir çekmeceyi düzeltiyordu bir gün, parmaklarına bir şey battı. Evlilik demetinin teliydi bu. Portakal tomurcuklan tozdan sapsanydı, gümüş kenarlı, saten kurdelânın uçları tiftikleniyordu. Ateşe attı bunu. Kuru samanlardan daha çabuk tutuştu. Sonra küller üzerinde, yavaş yavaş eriyen bir çalıyı andırdı. Emma yanışını seyretti. Küçük, kâğıt yemişler patlıyordu, san tel bükülüyor, şerit eriyordu; kâğıttan çiçek yaprakları sertleşmişlerdi, kara kelebekler gibi sallandılar, ocakta havalanı verdiler en sonunda".
Bovary'lerin hazırlığı, Yonville l'Abbaye adh kasabaya gitmek içindir. Yazar, bu kasabaya gidişi ve kasabayı çok uzun, çok ayrıntılı bir şekilde tasvir eder, anlatır. İşte aşağıdaki parçada, bu kasabaya gidiş hakkında yapdan çok renkli, canh ve çok ayrıntılı bir tabiat tasviri buluyoruz:
"Boissiere'de büyük yoldan ayrılırsanız, Leux bayırının üzerine kadar düz olarak devam edersiniz, oradan vadi görünür. Ortasmdan geçen dere, görünüşü farklı iki ayrı bölge gibi yapar vadiyi: solda her şey ot, sağda her şey ekin halindedir. Çayır, bir basık tepeler kabartması altında uzanır, arkadan Bray toprağının otlaklarına bağlanır, doğu tarafında ova usul usul yükselerek, genişleyerek ilerler, sanşın buğday tarlaları göz alabildiğine parça parça yaydırlar. Otların kıyısından akan su, çayırların ve tekerlek izlerinin rengini ayırır, böylece kır, kadife yakası gümüş şeritle çevrili bir büyük, açılmış mantoya benzer.
Ufkun sonuna vardınız mı, Saint-Jean bayırının yukarıdan aşağı, eşit olmayan, uzun, kırmızı serpintileriyle çizgi çizgi olmuş, dik yamaçları ile Argeuil ormanmın meşeleri vardır önünüzde; bu serpintiler yağmur izleridir, dağm boz rengi üzerinde, ince ağlar halinde beliren bu tuğla renkleri de çevrelerde akan birçok maden suyu kaynaklarından ileri gelir...".
Yazar bu kasabayı her şeyiyle, bütün aynntdarıyla anlatır, uzun uzun tasvir eder. Bütün bunlar, hayalci ve hayatta aradığını bir türlü bulamayan Emma'nın nasd bir çevrede, hangi şartlar altında yaşayacağını göstermek, onun ölesiye yalnızlık ve bunabmlannı daha iyi açıklamak içindir. Kasabanın uzun ve çok aynntıb tasvirinin sonunu da yazar şöyle bağlıyor:
"Bundan sonra, Yonville'de görülecek bir şey yoktur artık. Sokak (tek sokak) yolun dönemecinde duruverir, bir silâh atımı uzunluğu vardır, bir iki dükkânla çevrilidir. Sokağı sağda bırakıp da Saint-Jean yamacmm alt yanından giderseniz, çok geçmeden mezarbğa varırsınız".
Bu tasvir parçası da, son derece hayalci ve romantik bir tip olan Emma'nın sosyal çevresini belirlemesi, psikolojisi ve ilerdeki davranışları hakkında esasb ip uçları vermesi bakımından çok ilgi çekicidir. Şimdiye kadar yaptığımız bütün açıklamalardan, verdiğimiz bilgilerden ve ele aldığımız örneklerden de açıkça anlaşdacağı gibi tasvir, romanın temel
unsurlarından biridir. Tasvirsiz bir roman hiç düşünülemez. Yalnız dozunun iyi ayarlanması gerekir. Okuyucu romanın havasına, kahramanlann duygu, hayâl âlemlerine, kısacası iç dünyasına, tasvirler sayesinde daha iyi girer, tipleri daha iyi anlar, romana daha çok bağlanır, eserle iyice kaynaşır. Aynca tasvir yoluyla, okuyucu ve yazar arasmda da bir yakınlaşma, psikolojik bir bağlılık kurulur. Yazarın psikolojisi, sosyal çevresi, yaşadığı devirdeki türlü fikir ve sanat olaylan çok daha iyi anlaşıbr. Romanın havasına giren okuyucu, içinde bulunduğu türlü sıkıntı, üzüntü ve bunabmlardan sıynlarak, eserin
kahramanı ile birlikte tasvir edilen yerlere, bambaşka dünyalara gider. Artık eserin içindedir o da. Yeri gelir üzülür, yeri gelir sevinir. Ama ne olursa olsun büyük bir rahatbk, psikolojik bir ferahlık, boşalma duyar ve gevşer. Kendinde
bir arınma, başkalaşma olur ve yeni bir güç, canlıhk kazanır. Kısacası tasvir; yazar-eser-okuyucu üçgeninin temel bir öğesidir ve bu üçgenin köşelerini birbirine sıkıca bağlar, biribiri ile kaynaştırır.
Tarih: 2016-03-02 01:56:21 Kategori: Sözlük
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Gustave Flaubertin Madame Bovary Romanı Tasvirleri Nedir
Fransız ve dünya edebiyatının en ünlü romancılarından biri olan Gustave Flaubert'in gene dünyanın en meşhur romanları arasına giren, Andre Gide'e göre Fransız edebiyatının en başarılı on romanından biri olan Madame Bovary adlı eseri de oldukça canlı, hareketli, ayrıntılı ve aydınlatıcı tasvirlerle doludur.
Adının Charles Bovary olduğunu sonradan öğrendiğimiz, ilkin Yeni adıyla bir etüd odasında tanıdığımız ve romanın en önde gelen kahramanlarından biri olan kişiyi yazar bize şöyle tanıtıyor (Kahraman, hayatının okul devresinde ele alınır, okulda dershanede tanıtılır):
"Yeni, köşede, kapının ardında kalmıştı, ancak görülebiliyordu, on beş yaşlarında bir köy çocuğuydu, boyu hepimizin boyundan uzundu. Alnındaki saçlar, bir köy ilâhicisinin saçları gibi dümdüz kesilmişti, akıllı uslu, pek sıkılgan bir hali vardı. Omuzlan geniş değildi ya dört etekli, kara düğmeli, yeşil çuhadan elbisesi koltuk altlarını gene de rahatsız ediyor olmabydı, işlemeli kol ağızlarının arasından, çıplak durmaya ahşmış, kırmızı bilekleri görünüyordu.
Askıların pek fazla çektiği sarımsı bir pantolondan, mavi çorapk bacakları çıkıyordu. İyi boyanmamış, çivili, sağlam kunduralar giymişti. Derse kalkıp anlatmaya başladık. Vaiz dinler gibi dikkatle, can kulağıyla dinledi, dinlerken ayak ayak üstüne atmaya, sıraya dirseğini dayamaya bile cesaret edemiyordu...".
Derhal anlaşddığı gibi bu tasvir bize, eser kahramanının sosyal ve psikolojik durumu hakkında aydınlatıcı bilgiler vermekte, onun yoksul bir çevreye, bir köye mensup olduğunu, çok ürkek ve çekingen bir mizaca sahip bulunduğunu öğretmektedir. Bu durum da tasvirin önemi, gerekliliği, okuyucu psikolojisi üzerinde yarattığı olumlu etki ve katkı konusunda bize yeterli bir
bilgi veriyor.
Aşağıdaki parçada, çok ders çabşmaktan sıkıkp bunalan Charles'm, pansiyon odası penceresinden çevreyi seyredişini, onun gözüyle çizilen bir tabiat ve çevre tablosunu, sıkıntıdan kurtulmak isteyen bir insanm tabiat özlemini buluyoruz:
"Güzel yaz akşamları, ıbk sokakların boş olduğu, hizmetçi kızların kapı eşiklerinde top oynadığı saatte, penceresini açıp dirseklerini dayıyordu. Bu Rouen mahallesine küçük, iğrenç bir Venedik hali veren ırmak, aşağıda, alt yanında, köprüler, parmaklıklar arasından sarı, mor ya da mavi akıyordu. Kıyıya çömelmiş ırgatlar, suda kollarını yıkıyorlardı. Çatı katlarının üzerinden çıkan sırıklarda pamuk çileleri kuruyordu. Karşıda, çatdarın üzerinde, kırmızı bir güneş batıyor, büyük, duru bir gökyüzü uzanıyordu. Kimbilir ne kadar güzeldi oralar! Kayın ağaçlarının altı ne serindi! Kırların kendisine kadar
gelemeyen güzel kokularını içine çekmek için burun deliklerini ayırıyordu. Zayıfladı, boyu uzadı, yüzünde hüzünlü bir anlam belirdi, bu anlam oldukça ilginç bir hale soktu onu".
Büyük ve titiz yazar Flaubert, bazı romanlarda az da olsa görülen tahlil tasvir kompozisyonunu sık sık uygular ve bunun bol, en kusursuz örneklerini verir. Aşağıda, Charles'ı tahlil ederken onun duyguları ve gözüyle, ayrılmayı düşündüğü, çirkince dul karısının çok canb, başardı bir tasvirini görüyoruz:
"...Hem sonra dul kadın zayıftı; uzun uzun dişleri vardı, her mevsimde ucu kürek kemiklerinin arasına inen, küçük, kara bir şal taşırdı; kuru bedeni çok kısa elbiseler içinde kınlanmış gibi sarılıydı, geniş ayakkabılarının boz çoraplar üzerinde birbirini kesen bağları, topukları görünürdü". Burada yapılan tasvir, ayrılma öncesi psikolojisini ne güzel veriyor değil
mi?
Şu parçada, Dr. Charles Bovary'nin muayene odasının çok canlı, ayrıntılı ve fazla uzun olmayan bir tasvirini buluyoruz:
"Koridorun öbür yanındaki oda Charles'm muayene odasıydı, içinde bir masa, üç iskemle, bir koltuk vardı, aşağı yukarı altı ayak genişliğinde bir odaydı. Çam ağacından yapılmış bir kitaplığın alt katını, hemen hemen tek başlarına, Tıp Bilimleri Sözlüğü'nün cütleri süslüyordu, sayfaları kesilmemişti ama biribiri ardından gelen satışlarda kapakları pek yıpranmıştı. Muayene odasından hastaların öksürüşü, dertlerini anlatışları geldiği gibi, salça kokuları da muayene sırasında duvarlardan geçiyordu".
Bir gün Emma ve kocası Charles, Restorasyon devrinde bakanlık da yapan bir markinin, Andervilles markisinin evine davet edilir. Orada ziyafet, daha başkaları, sosyete mensubu davetliler ve eğlence de vardır. Marki ve markizin yanında yemek odasma, kendisi için çok yeni ve bambaşka bir yere giren Emma sağa sola bakınır ve yazar bu arada, kahramanının
gözüyle şu tasviri yapar:
"Emma içeri girince sıcacık bir havayla çevrildiğini hissetti, çiçeklerin, iyi çamaşırların, etlerin, mantarların kokusunun karışımı olan bir sıcacık havayla. Kollu şamdanlardaki mumların alevleri gümüş çanlara doğru uzanıyordu; küçük küçük yüzeylere bölünmüş, donuk bir buğuyla kaplı kristaller, soluk ışık çizgileri yolluyorlardı birbirlerine; çiçek demetleri, masanın uzunluğunca bir çizgi halindeydi, geniş kenarlı tabaklarda, piskopos başkğı şekline sokulmuş peçeteler vardı, her peçetenin kıvrımı arasında da yumurta biçimi bir ufak ekmek duruyordu. İstakozların kırmızı ayaklan, tabakları aşıyordu;
sepetlerde kocaman meyveleri yosunlar üzerine, üst üste dizmişlerdi; bıldırcınların tüyleri üzerindeydi, buğular çıkıyordu; ipek çorapb, kısa poturlu, ak kıravatlı, dantel göğüslüklü baş uşak yargıçlar gibi ciddiydi, kenarları tırtdh tabaklan davetlilerin omuzlan arasmdan geçiriyor, sizin için seçilen parçayı kaşığıyla bir vuruşta hoplatıveriyordu. Bakır çubuklu, büyük porselen sobanın üzerinde, elbise kıvrımları çenesine kadar yükselen bir kadın heykeli kalabalık salona kımddamadan bakıyordu".
Daha sonra Emma dans salonuna iner, oradaki kadmlara bakar:
"Oturan kadınların sırasında, resimli yelpazeler sallanıyor, demetler yüzlerdeki gülüşü yarı yarıya saklıyor, ak eldivenleri tırnakların biçimini belli eden, bileğin etini sıkan, aralık ellerde, altın tapalı şişeler dönüyordu. Dantelâların süsleri, elmas broşlar, madalyonlu bilezikler, korsajlarda titreşiyor, göğüslerde ışıldıyor, çıplak kollar üzerinde hışırdıyorlardı. Alınların üzerine iyice yapışmış, enselerde bükülmüş saçların üzerinde, çelenk, salkım, ya da dallar halinde, sevda çiçekleri, yaseminler, nar çiçekleri, başaklar, peygamber çiçekleri vardı".
Dans sırasında da Emma daha çok çevresi ile ilgilidir ve biraz da gıpta ile başkalarını seyreder:
"Emma'nın üç adım ötesinde, mavi elbiseli bir kavalye, inci gerdanlıkk, solgun benizli bir kadınla, İtalya'dan konuşuyordu. Saint-Pierre'in sütunlarını, Trivoli'yi, Vezüv'ü, Castellamare'yi, Sassine'leri, Cenova'nın güllerini, ay ışığında Colisee'nin görünüşünü övüyordu. Emma bir kulağıyla da anlamadığı kelimelerle dolu bir konuşma dinliyordu".
Bazı manzaralar, insanı içinde bulunduğu yer ve zamandan abp geçmişe veya başka âlemlere götürür. İşte aşağıdaki parçada, bunun en mükemmel örneklerinden birini buluyoruz:
"Balonun havası ağırdı; lâmbalar donuklaşıyordu. Bilârdo salonuna doğru akıyorlardı. Bir uşak bir iskemlenin üzerine çıktı, iki cam kırdı. Cam parçalarmın gürültüsü üzerine, Mme Bovary başını çevirdi, bahçeden içeriye bakan parmaklıklara dayanmış köylü yüzleri gördü. O zaman Bertaux hâtıraları geldi akkna. Çiftliği, çamurlu su birikintisini, köylü ceketiyle elma
ağaçlarının altında duran babasını yeniden gördü, kendisini de gördü, eskisi gibi, parmağıyla süt çanaklarının kaymağını abyordu. Ama şu dakikanm yabancı şimşekleri, o zamana kadar öylesine açık olan geçmiş hayatını siliyordu, nerdeyse o hayatı yaşadığından şüphe edecekti. Emma buradaydı; sonra balonun çevresinde, yalnız gölge vardı, geriye kalan her şeyin üzerine
yayılmıştı. Sol elinde tuttuğu kor kırmızısı bir deniz kabuğunun içinde mareskenli dondurma yiyordu o sırada, kaşığı dişlerinin arasında, gözlerini yarı yarıya yumuyordu".
Şüphesiz ki bir insandan, bilmediği bir şeyi yapması istenirse ve o insan buna biraz da zorlanırsa ruhî bir daralma, rahatsızlık, huzursuzluk duyar. İşte vals bilmeyen Emma'nın biraz da zorla kalktığı dans sırasında gözleri döner, yazar da böylece dış tasvirle birlikte onun ruh halini verir: "Ağır ağır başladdar, sonra hızlanddar. Dönüyorlardı; her şey dönüyordu
çevrelerinde, lâmbalar, mobilyalar, tavan kaplamaları, döşeme, bir mihver üzerinde kurs gibi dönüyordu".
Hayalci olan ve evlilikten umduğu mutluluğu bir türlü bulamayan Emma hastalık nöbetleri geçirmeye başlar. Kocası onu, iyileşir umuduyla başka bir yere götürmeye karar verir. Yol hazırlığına koyulan Emma'ya, evliliğin en tatlı ve unutulmaz andan bile saçma gelir. Her şey batar, dokunur ona. Şu parçada, o sahnenin canlı bir tablo halinde anlatılışı yer ahyor:
"Emma yolculuğa hazırlanıyor, bir çekmeceyi düzeltiyordu bir gün, parmaklarına bir şey battı. Evlilik demetinin teliydi bu. Portakal tomurcuklan tozdan sapsanydı, gümüş kenarlı, saten kurdelânın uçları tiftikleniyordu. Ateşe attı bunu. Kuru samanlardan daha çabuk tutuştu. Sonra küller üzerinde, yavaş yavaş eriyen bir çalıyı andırdı. Emma yanışını seyretti. Küçük, kâğıt yemişler patlıyordu, san tel bükülüyor, şerit eriyordu; kâğıttan çiçek yaprakları sertleşmişlerdi, kara kelebekler gibi sallandılar, ocakta havalanı verdiler en sonunda".
Bovary'lerin hazırlığı, Yonville l'Abbaye adh kasabaya gitmek içindir. Yazar, bu kasabaya gidişi ve kasabayı çok uzun, çok ayrıntılı bir şekilde tasvir eder, anlatır. İşte aşağıdaki parçada, bu kasabaya gidiş hakkında yapdan çok renkli, canh ve çok ayrıntılı bir tabiat tasviri buluyoruz:
"Boissiere'de büyük yoldan ayrılırsanız, Leux bayırının üzerine kadar düz olarak devam edersiniz, oradan vadi görünür. Ortasmdan geçen dere, görünüşü farklı iki ayrı bölge gibi yapar vadiyi: solda her şey ot, sağda her şey ekin halindedir. Çayır, bir basık tepeler kabartması altında uzanır, arkadan Bray toprağının otlaklarına bağlanır, doğu tarafında ova usul usul yükselerek, genişleyerek ilerler, sanşın buğday tarlaları göz alabildiğine parça parça yaydırlar. Otların kıyısından akan su, çayırların ve tekerlek izlerinin rengini ayırır, böylece kır, kadife yakası gümüş şeritle çevrili bir büyük, açılmış mantoya benzer.
Ufkun sonuna vardınız mı, Saint-Jean bayırının yukarıdan aşağı, eşit olmayan, uzun, kırmızı serpintileriyle çizgi çizgi olmuş, dik yamaçları ile Argeuil ormanmın meşeleri vardır önünüzde; bu serpintiler yağmur izleridir, dağm boz rengi üzerinde, ince ağlar halinde beliren bu tuğla renkleri de çevrelerde akan birçok maden suyu kaynaklarından ileri gelir...".
Yazar bu kasabayı her şeyiyle, bütün aynntdarıyla anlatır, uzun uzun tasvir eder. Bütün bunlar, hayalci ve hayatta aradığını bir türlü bulamayan Emma'nın nasd bir çevrede, hangi şartlar altında yaşayacağını göstermek, onun ölesiye yalnızlık ve bunabmlannı daha iyi açıklamak içindir. Kasabanın uzun ve çok aynntıb tasvirinin sonunu da yazar şöyle bağlıyor:
"Bundan sonra, Yonville'de görülecek bir şey yoktur artık. Sokak (tek sokak) yolun dönemecinde duruverir, bir silâh atımı uzunluğu vardır, bir iki dükkânla çevrilidir. Sokağı sağda bırakıp da Saint-Jean yamacmm alt yanından giderseniz, çok geçmeden mezarbğa varırsınız".
Bu tasvir parçası da, son derece hayalci ve romantik bir tip olan Emma'nın sosyal çevresini belirlemesi, psikolojisi ve ilerdeki davranışları hakkında esasb ip uçları vermesi bakımından çok ilgi çekicidir. Şimdiye kadar yaptığımız bütün açıklamalardan, verdiğimiz bilgilerden ve ele aldığımız örneklerden de açıkça anlaşdacağı gibi tasvir, romanın temel
unsurlarından biridir. Tasvirsiz bir roman hiç düşünülemez. Yalnız dozunun iyi ayarlanması gerekir. Okuyucu romanın havasına, kahramanlann duygu, hayâl âlemlerine, kısacası iç dünyasına, tasvirler sayesinde daha iyi girer, tipleri daha iyi anlar, romana daha çok bağlanır, eserle iyice kaynaşır. Aynca tasvir yoluyla, okuyucu ve yazar arasmda da bir yakınlaşma, psikolojik bir bağlılık kurulur. Yazarın psikolojisi, sosyal çevresi, yaşadığı devirdeki türlü fikir ve sanat olaylan çok daha iyi anlaşıbr. Romanın havasına giren okuyucu, içinde bulunduğu türlü sıkıntı, üzüntü ve bunabmlardan sıynlarak, eserin
kahramanı ile birlikte tasvir edilen yerlere, bambaşka dünyalara gider. Artık eserin içindedir o da. Yeri gelir üzülür, yeri gelir sevinir. Ama ne olursa olsun büyük bir rahatbk, psikolojik bir ferahlık, boşalma duyar ve gevşer. Kendinde
bir arınma, başkalaşma olur ve yeni bir güç, canlıhk kazanır. Kısacası tasvir; yazar-eser-okuyucu üçgeninin temel bir öğesidir ve bu üçgenin köşelerini birbirine sıkıca bağlar, biribiri ile kaynaştırır.
Tarih: 2016-03-02 01:56:21 Kategori: Sözlük
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx